Ben o sıralar köyde yoktum. Devletin onca iş güç ve yokluk arasında sırtıma yüklediği, tüm diğer genç erkekler gibi askerliğimi yapmak için Anadolu'nun bilmem hangi köşesine yola koyuldum. Havası, suyu, insanı bizim ellere benzemeyen en kıyıda, sapada kalmış memleket toprağındaydım.
İçindeyken geçmiyor gibi görünse de gurbette günler çabuk geçer. Geri dönüp baktığın zaman sanki görünmez bir el seni ensenden tutup da yolun sonuna getirip bırakmış gibi hissedersin. Amma henüz yolun sonu değil, ortası bile değil. Askerden köyüme bin bir heyecan içinde izne gidiyorum. Oysa ki köyde anam yok babam yok. Niye bu kadar heyecanlıyım onu da kestiremiyorum. Bir kınalı kuş pır pır edip duruyor içimde.
Uzun bir yolculuktan sonra köye kir, pas ve toz içinde girdim. Benim adım Memet. Ninemin evi derede ve köyde iki tane Çerkez Mehmet olmasından dolayı bana Dere Mehmet derlerdi. Öksüz ve yetim büyümüş olsam da kimsenin malına mülküne göz dikmediğim gibi namusuna da laf etmedim. Ben ne kadar kimsenin malına mülküne göz dikmediysem de bazen akrabanın yaptığını akrep birbirine yapmaz. Dünyanın değişmez düzenidir bu. En yakın akrabam ve ayrıca birlikte mirasçı olduğumuz, köydeki diğer Çerkez olan dayım, ben askerdeyken ne kadar mal mülk varsa neredeyse hepsini satıp savuşturmuş, bir çoğunun da adını değiştirmişti. Bu şu demek oluyordu ki benim de hisse sahibi olduğum tarlalar ile köyden başkasının bir tarlasını takas etmiş ve direkt üstüne konmuştu. Böylece değişmiş olan toprakta ben hak iddia edemeyecektim. Nasıl olsa karşı çıkmak için arkam olmadığından beni susturmak kolay olacaktı, ondan da evvel askerdeydim.
Son takas ettiği tarla olan Kemreli'yi kahveden sordum soruşturdum, kimin aldığını öğrendim. Hemen gittim evine. Kısa bir hoşbeşten sonra: "Halil Dayı, siz benim tarlayı değişmişsiniz amma benim hakkımı ayırdınız da mı değiştiniz yoksa ayırmadan mı değiştiniz?" diye sordum. Bu hiç beklemediği soru karşısında Sarı Halil afallamış ve kesik kesik: "Benim haberim yok bizim oğlan. Çerkez, takas edelim deyince biz hiç düşünmedik orasını. Eğer öyleyse kalsın Kemreli ile dam geri." dedi. Dayım Çerkez, bunu duyunca küplere bindi. Esti, gürledi: "Bundan sonra ne düğününü yaparım, ne evini dikerim!" deyip onca yıl ona ırgatlık yapmış olmama rağmen beni yüzüstü bıraktı.
İnsanın dişine haram bulaşmayagörsün a oğlum. Dünya mal mülk vardı, hepsini yiyip içtiler. Ben aç mı kaldım? Yoooo... Kaynatamgil ve diğer akrabalar öncülük ettiler. Evim de oldu, aşım da eşim de... Şimdi bak, yenge üç ayda bir fakirlik maaşı alıyor. Yetimin malı iyi yapar mı insanı? Helal sallanır sallanır da yıkılmaz, kökü sağlamdır. Haramsa sağlam gibi görünse de tepe taklak yıkılır gider. Çok şükür, fakirdik amma çalıştık çabaladık. Annengili aç açık bırakmadık. Akşama dek çalıştık, sabaha dek yedik. İlle ki benim hakkım ondadır, ben alırım hakkımı ondan, iki elim yakasındadır öbür tarafta. Ben istemesem de kendisi getirecek zaten orda. Bi de yerini yurdunu bilen insandı, biz gibi kör cahil değildi. Yetim malı yemenin ne demek olduğunu biliyordu da gene de gâvurluğuna yaptı sanki.
0 yorum:
Yorum Gönder